ÖYLEYKEN BÖYLE

Yaşlanma alameti olsa gerek insan bir çocukluğuna dönüyor. Geçmişte yaşadıklarına dayanarak şimdiki davranışlarını meşrulaştırıyor kendince. Bunu neden genelleyerek yazıyorum? Sanırım çevremdekilerle çok paylaştım ve ortaklaştığım çok oldu.

 

 

 

 

 

 

 

Alamet deyince yine çocukluktan bir enstantane hasıl oldu. Yurt dışından gelen akrabaların bol valizli gelmeleri hem çok kalacaklarına hem de bol hediyeyle geldiklerine alametti örneğin. Çok kalmaları eğlenceydi, farklı günler anlamına gelirdi. Bol hediye ise malum bol çikolata, bol oyuncak ve bol bissürü şey anlamına gelirdi. Çocukluk işte(her şeyi düşünmeye ve yapmaya hakkın olduğu yıllar) pek severdik uzaktan gelen akrabayı. Tabi yaş ilerledikçe hediyeler azalır, kuzenler büyüdükçe gelmez olurlar ve işin eğlencesi de sönüp gider.

Bir başka çocukluk anına dair; sokak oyunları vazgeçilmezdir. Akşam ezanıyla son bulan o bitmez tükenmez seremoni yine bitmek bilmeyen enerjimizin doruğa ulaştığı anlardır. Yarım gün okulda dersler ve teneffüslerdeki tepişmeler sonucu, kalan yarım gün hala enerjisinin olması, insanı şimdiki yaşlarda hayretler içince bırakıyor doğrusu. Enerji kalması bir tarafa, sanki sokakta bol bol oynayıp koşturalım diye okulda biri bizi şarj etmiştir. Akşama müteakip, yemekten sonra yine aynı kişi tarafından çekilmiş gücümüzü sabaha toplamak üzere sızarız. Bu rutini bozan pazar banyolarıdır. Banyodan sonra dışarı çıkılmaz. Çıkılırsa hasta olunur, hasta olunursa bu daha uzun süren evde hapis durumları demektir ki hiç istenmez. Pazarlardan bu sebepledir  hala nefret ederim. Bu yazıyı da pazar günü yazıyor olmam manidar tabi. Pazarlarımı bir türlü şenlendiremem, basiretim bağlanır, güçten düşerim. Yapılacak en iyi şey teslim olup banyo yapmaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benim kuşak bilir; bir de “Ziyaretçiler ( visitors)” vardır. O enerjinin çekilmesi hikayesi işlemez o dizi başlayınca. Ama başka bir faktör vardır ki o da “korku”. O uzaylı yaratıkların ağızlarına götürdükleri fare sahneleri, bir de yüzlerindeki insan maskesini çıkarıp gerçek yüzlerini (yeşil yeşil) ortaya çıkarmaları bana o yaşlarda acayip ürkünç gelirdi. Yinede babama yalvarırdım oturup benimle izlesin diye. Geç vakitti namussuz.

Çizgi filmlere hiç girmeyeceğim. O başlı başına bir yazı konusu. Geçenlerde kendilerini yad ettik de epey bir varmış, say say bitmedi.

Öyleyken böyle yazısı oldu bir miktar. E artık idare edin yavaş yavaş diyelim. 

‘KEVOK’

Comments are closed.